Bağıran Karı'ya Hoşgeldiniz.
Bu blogta aklıma ne geliyorsa onları yazıyorum. Açıkçası pek bir amacım yok aklıma eserse hikaye veya dünya üzerindeki sistemle veya hiç alakası olmayan şeyler yazabilirim.
1 Şubat 2013 Cuma
Farkındalık.
Anne ve babanızın seviştiğini ilk ne zaman öğrendiniz?
Ben 10-11 yaşlarındaydım bu ilk defa yüzüme söylendiğinde, mahallede yaşça bizden büyük bi piç vardı, o söylemişti. Kabul etmedim, olur mu lan öyle şey dedim, eve gittim bi süre kendi anne-babamdan tiksindim. He zaman geçtikçe ve büyüdükçe anladım ki doğruymuş.
İnsanlar bu tutumlarını hayat boyu üstlerinden atamazlar. Nesneler değişir, fakat kabul edemedikleri şeyler illa ki olur.
Biz şimdi Ortadoğu’daki olaylara daha dışarıdan bakabilen insanlar olarak bu emperyalist ülkelerin oralarda yaptıklarını biliyoruz. Hangi amaçla orada olduklarını biliyoruz. Dışarıda terörist bilinen Filistin’in aslında yıllardır dünyanın en büyük terör devletiyle başbaşa bırakıldığını biliyoruz. Bir Amerikalı’ya göre onlar barış için Ortadoğu’dalardır, yüzlerine terörist olduklarını söylesenize bi nasıl tepki alacaksınız bakalım?
Fakat onlar kabul etmese de, bu anne ve babalarının seviştiği gerçeğini değiştirmez. Orada ölen milyonlarca sivil vardır, bunu da değiştirmez. Petrol için “barış ve demokrasi” ambalajı altında savaşlar yapılıyordur, götü boklu Johnny Sins kabul etmiyor diye bu gerçek de değişmez. Olmayan kitle imha silahları yüzünden dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Afganistan talan edilmiştir, e bu da değişmez.
Sevgili ayakları yere basmayan güzel kardeşlerim, siz kabul edemiyorsunuz diye gerçekler değişmez.
Aslında siyonizmi bir blog sayfası açarak yok edemem, yıllardır belli bir geleneğe göre yaşayan adamın hayat felsefesini ve tabularını bir anda yıkamam, hayatı altyazılı Cnbc-e dizilerinden öğrenen içi boş kibirli dallamanın kafasına bir şeyler sokamam.
Fakat diğer insanların bu durumun farkında olmalarını, bunları görebilmelerini sağlayabilirim.
İnsanlar çamur gibidir olum, hiç denediniz mi elinize çamur veya balçık almayı?
Yumruk yapıp sıktınız mı peki onu?
Ya avcunuzdan, ya parmaklarınızın arasından, kendine bir delik, bir yol bulup fışkırır illa ki o.
O sebeple “bunu” kabul ettirsen “şunu” anlatamazsın insanlara, “bu” tamam da “şu” olmamış derler, sikim sikim anlamlar çıkarırlar söylediklerinizden, kimseye yaranamazsın ki bu hayatta. Siktir edeceksin o halde, takmayacaksın başkalarını, üniversiteyi kazanır kazanmaz simsiyah pala kaşlarına aldırmaksızın saçlarını kızıla boyatan Selin görünümlü Kezban hakkımda ne düşünür diye şekilden şekle girmeyeceksin. Kendi hayatını yaşıyorsun sen, bırak kendi beğenilerine ve kendi zekana güvenerek yaşa, başkalarınınkine değil.
Şimdi ben şunu anlamıyorum dayı, Chuck Norris diye bir herif var ya, ABD’li karate şampiyonu, filmleri felan var. La bakıyorum “bizden” heriflere, utanmadan Chuck Norris esprileri yapıyolar lan. Ama öyle benimsemiş bir vaziyette konuşuyolar ki sanarsın Chuck Norris ile büyüdü pezevenk.
Sanarsın sabahları corn flakes yiyor, sanarsın adı Caşua, sanarsın en büyük hobisi rüzgarlı havada California sahilinde uzun paltosuyla okyanusa karşı sigara tüttürmek.
Ulan gavat, Cüneyt Arkın seyrederek büyüyen, Bağcılar’da bir apartman dairesinde oturan Cevat değil misin sen? Neyin peşindesin amına kodumun yerinde ya?
Geçenlerde bi Elif Şafak reklamına denk geldim, ya da bir radyo haberiydi emin değilim, hayattan tiksindim yemin ederim. Şunun gibi şeyler söylüyordu bak; “lohusa döneminde geçirdiği yoğun ruhsal depresyon sebebiyle çektiği sıkıntıları bir kitap yazarak dile getiren Elif Şafak…”
Hooop lan bi dur lan, çüş, ohaaa.
Ne yaptın dayı sen? Sanarsın cepheye mermi taşımış, sanarsın Kore gazisi olmuş, sanarsın Nene Hatun anasını satayım.
Hepimiz koştukça koltukaltı terleyen, karıdan siktir yiyince üzülen ama cool görünmeye çalışan, yere düşünce “bi gören oldu mu la” diye sağa sola bakınan, ayakkabı bağı çözülünce bağlamaya üşenip ayakkabısının içine sıkıştıran, az samimi olduğu çocuktan bir şey istemeden önce “dur azcık muhabbet edeyim de sonra isteyeyim” diye düşünen mallar değil miyiz?
E daha ne sikime bu “ben farklıyım” çabaları?
He istiyorum ki “farklı” olacam diye götünü yırtan adam sıradanın önde bayrak flama taşıyanıdır, bunun “farkında” olun. Başka da bi şey değil. Bu salak kafa yapısını kırdıktan sonra zaten insanın önünde alacağı upuzun ama tertemiz bir yol olur. Çorap söküğü gibi gelir gerisi.
Bakıyorum adam bir müzik grubu hakkında önce “acaba bunu kimler dinliyo?” diye düşünerek görüş belirtiyor. Kendi beğenmiş, beğenmemiş, sikinde değil adamın ya, yaranmak istediği kesimden insanlar beğeniyosa o da beğenmiş oluyor.
Bu nasıl bir salaklıktır olum lan?
Fakat bakıyorum dayı, adam kendi için bile ateist olamıyor ya, var mı böyle bir şey? Bağırıyor, çağırıyor, “2013 yılında hala din var yea” kafasında bir şeyler sıçıyor. Lan olum, onu da kendin için ol ya, lütfen. Başkaları tarafından kabul görmek için değil. Zira şu girdiğin sikindirik YGS’de bile sen tek başınaydın, tek başınasın bu hayatta. Kendin için ol, kendin için yap, ne olacak ve ne yapacaksan…
İnsanlar sinema salonunda Cem Yılmaz filmine anıra anıra gülerler, o sinema salonundan çıktıktan sonra da “bu ne böyle, osurarak güldürüyo, olmamış” derler.
İnsanlar pisliktir, yemin ederim bak.
Ekşi’nin ilk sayfalarına bak herhangi birisiyle ilgili ne demişler, ilk sayfalarda sanarsın ki dünyanın en mükemmel insanı, Alex’in koşanı. E son sayfalara bak, bu sefer de sanarsın gerizekalı bi götveren.
Klasik toplum içgüdüsü işte. Ne popüler olursa o şey değersizleşir, sikilecek değeri kalmaz.
İnsanlar ne diyecek diye düşünen biri olsaydım burada sadece komikli şakalı yazılar yazardım, he önceden yazıyordum ama o da beğendirmek için değil sadece kağıda yazacağıma internete yazayım en azından kaybolmaz düşüncesiyle. Otobüste bile ayaklarını götünün altına sıkıştırarak oturan bi herifim la, yanımdaki masada 2,5 saat boyunca Survivor Taner’in muziplikleri ve “ben şu mezeden yemem, ama şundan yerim, bak çok güzel sen de ye” tadında muhabbetler ediliyorsa, ben o kadar da siklemem dayı başkalarını.
Çok süper bi insan olduğumdan değil, frekanslar zerre kadar uyuşmadığından siklemem.
Zaten bu başkalarına yaranmak veya ekmek yemek için yapılacak bir iş değil. Siz çok değer veriyor olabilirsiniz bunlara, ama size yemin ederim ki sikimde değil bunlar. Parayla bile yapılacak bir iş değil ki bu, içimden gelmese nah konuşurum bunları.
Bak mesela geçen yıllarda şu Arda Turan’ın antrenmanda bi video’su düşmüştü piyasaya. Bu Galatasaray her sene mor, pembe felan gibi abidik renklerde forma yapıyor ve dalga geçiliyor ya, Arda da antrenmandayken yanındaki arkadaşlarıyla beraber “her sene bi orospu rengi var formalarda, madara oluyoruz heriflere” diyordu.
Ne dediler Arda için?
“Sen nasıl futbolcusun lan terbiyesiz, senin ben mına koyim” dediler.
Bunu diyenler de “ulan sahiden pembe forma ne ya, taşak malzemesi oluyor millete amağagoyim” diyen tiplerin arasından çıktı.
Olum bırakın lan başkalarını bu kadar farklı yerlerde görmeyi, mal mısınız siz? Hepimiz aynı bokun farklı renkleriyiz diyorum işte, daha ne diyeyim. Arda da öyle, erkekler kendi aralarında -kadınlar kadar olmasa da- sikiş sokuş muhabbeti yaparlar genelde, bilginiz olsun.
Hani şöyle şeyleri görün, görüyorsanız da farkında olun diye anlatıyorum bunları. Başka da bi sikim değil.
Enayilik olabilir ama engel olamıyorum kendime. Cızırdayan televizyonun volume’ünü kısmadığınız sürece hayat çekilmez olur, o cızırtıları kale almasam da sesini kısana kadar duymak zorunda olan biri olarak şu yediğim bokun kolay bir şey olduğunu sanmayın. Valla değil, ama yapıyorum, keyif benim değil mi amına koyayım.
Ve son bir şey anlatayım, bak hep gördüğünüz ama pek de farkında olmadığınız hoş detaylardır bunlar.
Geçen tatildeyken hasta olunca 1-2 gün televizyon seyrettim, BBC’de “Dünya nereye gidiyor? Liberal mi sosyalist mi?” başlıklı bir tartışma programı vardı.
Görüyor musun pezevenkliği?
Sana “al birini seç” diyorlar lan, sana hiçbir şey bırakmıyorlar.
Ve sen de o sana sunulan seçeneklerden birini seçince kendini özgür sanıyorsun, çok bir sikim başarmış gibi hissediyorsun kendini.
Alışmışsın zira küçüklüğünden beri içinde “a, b, c, d, e” seçenekleri olan sorular çözmeye, elinle oraya bi F yazmaya götün yemiyor, sana sunulan çerçevenin dışına taşamıyorsun be kaynatasız.
Zaten Che’dir, Atatürk’tür, geriye baktığında hayranı olduğun bu adamlar da hep elleriyle yeni seçeneği yazmış olan adamlardır. Saltanatı mı kurtaralım, İngiliz mandasına mı girelim diye deliriyordu millet, n’aptı Atatürk? Bambaşka bir seçenek yazdı, kendi elleriyle getirdi cumhuriyeti.
Bu sebeple bunları önce kendiniz görün, sonra da anlatın istiyorum.
Anlatın zira hayatında eliyle çukur kazıp misket oynamamış olan, saklambaçta yanan arkadaşını kurtarmak nedir bilmeyen, sığır bir jenerasyon yetişiyor.
Tanımadığı kişiler hakkında atıp tutan, yaşamadığı duygular hakkında ahkâm kesen, nutella’ya bulanmış içi boş heriflere kalıyor bu dünya. Anasını sikiyorlar insanlığın, anasını. Şuna elinizden geldiğince bir dur deyin istiyorum, yoksa Rockefeller’mış, Rothschild’miş, bunlar sonraki mesele. Bu heriflerin en büyük besin kaynağı bu gerizekalı insan nesli zaten.
Çobanı bulamıyorsanız sürüsünü alın elinden.
Hayatta seçenek çok.
Haydi sevgilerimle.
İnsan.
Yazılıdan önce “Hocam kitaba bağlı kalmak zorunda mıyız?” diye soran çocuk hiçbir sikim çalışmamıştır. “İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?” diye soran az çalışmıştır. “Bitiren çıkabilir mi?” diye soran piç ise, ya kitabı yalayıp yutmuştur, ya da boş kağıt verip çıkacaktır. Dışarıda yarım saatlik işi olup montun içine “evde giymelik tişört” giyen adam terden pişse de çıkarmaz o montu. Bölümü gereği laboratuvarda ders gören gerizekâlı birinci sınıf üniversite öğrencisi, ilk iş beyaz önlük ile fotoğraf çektirir. Bilim adamı oldu çünkü beynine sıçtığım. Sağıra laf anlatmak, cahil ve kibirliye laf anlatmaktan yeğdir. Zira biri anlamak, diğeri anlamamak için çırpınır. Ölen sanatçınını arkasından “Yapılır mı bu üstad?” diyen Facebook ve Twitter duyarlısı, vicdanını rahatlatmak için mastürbasyon yapıyordur. Facebook başında yapılan manevi mastürbasyon sayısı, Youporn karşısında yapılan mastürbasyon sayısından katbekat fazladır. “Sevgi” ve “kardeşlik” laflarını sıklıkla kullanan insanın amacı sevgi ve kardeşlik değil, onlardan faydalanmaktır. “Yaa pardon” diye lafa giren ve az samimi olunan insan, birazdan sigara veya ateş isteyecektir senden. Otobüse bindiğinde akbilinden “vorodot vorodot, yetersiz bakiye” sesi alan kadın kafasını otobüs halkına çevirerek sorduğu “akbili olan var mı?” sorusuna buz gibi bir sessizlikle cevap alır. Sanki kendileri sodekso yemek fişiyle bindi amına koduklarım. Her insan yalnızdır. İnsanlar ne yazık ki yalnız olmadıklarını, etrafında ne kadar çok insan bulunduğunu ve ne kadar geniş bir çevreye sahip olduklarını bazen alenen, bazense çaktırmadan duyurarak ispatlama çabasına girerler. Oysa yalnızlık, etrafındaki insanların sayısıyla ölçülebilir bir şey değildir, aklının ve vicdanının uyuştuğu insan sayısıyla ilgilidir. Fakat hayatında akıl ve vicdan olarak uyuştuğun insanların bulunması bile yalnızlığını engelleyemez. Zira ateş düştüğü yeri yakar ve o ateş tek bir yere düşmüştür: Sana. Bazı popüler işler çok beğenilse de insanların “beğenmedim” tribine maruz kalırlar fakat aradan yıllar geçince kıymete binerler. Gora filmi ilk çıktığında “osurukla güldürüyor, bu ne böyle?”dir, ancak üzerinden seneler geçtikten sonra değeri dile getirilebilir. Kemal Sunal filmleri gibi. Kör ölünce badem gözlü olur, edebiyat yapmaya gerek yok, hazır yapılmışı var. İnsan denilen orospu çocuğu “beğenilme kaygısıyla” rol yapar. Taburesinden “rototooojjt” sesi gelen adam “lan osurmadım, tabureden geldi o ses” ispat çabasıyla taburesini bir kez daha hareket ettirir. “Bu konu sınavda yok, genel kültür olsun diye anlatıyorum” diyen hoca o dakikadan itibaren kimse tarafından siklenmez. Eğitim sistemi, öğrencinin beynine “çıkar kazanma güdüsünü” vermek üzere dizayn edilmiştir, “çıkarım yoksa işim olmaz” kafasıyla yetişen çocuklar ileride devlet veya iş adamı olurlar. Bu sikimsonik tespitlerimin sebebi şuydu: Dünyayı teknolojik gelişmeler değil, o gelişmelerin nerede, nasıl ve ne zaman kullanılacağını belirleyen toplumbilimciler yönetir. “Kaos mühendisliği” diye bir dal vardır, bu öyle ÖSS’de puan tutturup Marmara Üniversitesi’nden ek kontenjanla girebileceğin bir mühendislik dalı falan değildir. Gelişim zaten kaçınılmazdır paşam, esas önemli olan bu gelişimi ne amaçla, nasıl beyinlere enjekte edeceğindir. Senin benim gibi gerizekâlıların görebildiklerini, bu işe milyarlarca dolar yatırım yapanlar zaten görüyorlar. Bu konuda şüphe duyma kendinden. Nato’ya üye olabilmemiz için iki şart sunulmuştu bize: Kore’ye asker göndermek ve eğitim sistemini ABD’ye göre şekillendirmek. ABD dediğim Clinton, Bush veya Obama değil, onları o pozisyona getiren bankerler ve elit ailelerdir, ABD’nin esas sahipleri yani. Bir başka ülkenin veya oluşumun yöntemini kullanmak, onlarla aynı amaca hizmet etmediğin sürece gayet zekice olabilir. Örneğin Atatürk, Türk Kanunu Medenisi’ni İsviçre’den almıştır. Peki İsviçre bizim üzerimizde bir sultası olan, sözü geçen bir devlet miydi? Hayır, Atatürk idealist bir adamdı, “aha en iyisi bu” dedi ve onu getirdi bize. Bana kalırsa iyi de yaptı anasını satayım, zira ben son dönem Osmanlı’sında yaşamaktansa Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşamayı yeğlerim, sen de yeğlersin merak etme. Fakat İsmet İnönü’den itibaren bugüne kadar sürmekte olan “batı rol modeli” ile şekillenen eğitim sistemi, “en iyisi” olduğu için değil, yapılan gizli anlaşmalar gereği “bir emel üzerine” ülkemize dayatılmaktadır. Bunun en büyük sebebi; yüksek potansiyelli insanların “tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey” mentalitesine sahip ve “batı”yı doğru olarak kabullenen sığırlar olarak yetiştirilmesi gayesidir. Bunun en kanlı canlı örneği de ABD halkının şu anki durumudur, “abi Amarikalılar çok salakmış laa ehehe” geyiği gerçekten de doğrudur, o insanlar doğuştan salak değiller fakat çip takılmış robot misali salağa çevrilmiş vaziyetteler. Misal son kararlara göre okullarda serbest kıyafete geçilecek, ne kadar “özgürlükçü” ve “medeni” duruyor değil mi? Bizim halkımızın geliri belli, evladına alabileceği maksimum giyecek sayısı belli. Bu çocuklar daha o yaşta karşılaşacaklar “sınıf ve statü farkı” ile. Bunun şoku ile büyüyecekler, yetişecekler ve daha o yaşta ezilmişliğin tadını alacaklar. Bunun gibi onlarca, yüzlerce “detay” gözüken bilinçli uygulama bu hale getiriyor bizim gencimizi. Ne onlara, ne de sana fark ettirmeden, fark etsen bile “o kadar tepki gösterilecek bir şey yok” diye düşündüren ufak ufak dayatmalarla… Bu dayatmalarla pısırık bir jenerasyon yetiştirildi ve yetiştirilmeye de devam ediliyor. Bunları dile getiren ise ya “milliyetçi”, ya da “komplo teorisyeni” oluyor, zira o çok doğru olan “batı” kafasında yetiştirilen insanlar değer biçiyor sana. Bir süre önce Leman’da, sonra Penguen’de, şimdi de Uykusuz’da çıkan “siyasilere giydiren karikatürleri” Facebook üzerinden “like”layan veya takdir eden gerizekâlı mendeburun kendisi de köpek gibi istiyor o insanların yerinde olmayı, eline fırsat geçse o da aynı boku yiyecek kendi eleştirdiği insanlarla. Çünkü öyle yetiştirildi. Öyle dayatıldı. Tanrılar bunu istedi. Ölebilen “Tanrılara” itaat eden ne kadar insan varsa Allah hepsinin belasını versin. Siktirin gidin şimdi.
Dayatma
İş kazası bir ip cambazı için ölüm demektir, bankada çalışan gudubet suratlı Neriman Hanım için evrakların üzerine çay dökülmesidir.
Kar yağması bir çocuk için okulların tatil olmasıdır, bir yetişkin için trafiğin içine sıçılmasıdır.
“Başın sağolsun” lafı söyleyen için bir görevini yapma, bir vicdanını rahatlatmadır. Duyan için dünyanın en ağır lafıdır.
Cahile laf geçirememek, Galilei için engizisyon mahkemesine dünyanın döndüğünü anlatmaktır. Bir çocuk için Atari’nin televizyonu bozmadığını babaanneye anlatmaktır.
Kuran, inanmayan için saçmalık, öylesine inanan için evin bir köşesinde durması gereken Arapça kitap, gönülden inanan için lütuftur.
Terörist, bir Amerikalı için Müslüman, bir Türk için PKK’lı, bir Filistinli için İsrail devletidir.
Plüton, 5 sene önce lise giriş sınavlarına hazırlanan bir çocuk için gezegendir, bugün hazırlanan çocuk için değildir.
Savaş, aşırı zenginler için fırsat, generaller için onur, masumlar için ölümdür.
Korsan, yazarlar için hırsızlık, tezgâhtarlar için ekmek kapısıdır.
Huzur, bencil için sürekli cebini doldurup kendini garantiye almaktır. Kalender için tanımadığı üstü başı dağınık bir adama yemek ısmarladıktan sonra cebinde kalan son parayla dolmuşa binmektir.
Mütevazilik, kibirli insan için “mütevaziyim” demektir. Mütevazi adam için “ben de kibir sahibiyim” demektir.
Veli toplantısı, notları iyi olan öğrenci için pek bir şey ifade etmez, notları kötü olan öğrenci için kara kara düşünme zamanıdır.
Bayramlar ailesi olanlar için güzeldir, ailesi olmayan adam için sıradan bir gündür.
Tsunami bir Haitili için korkudur, Yozgatlı için “o ne amağa goyum”dur.
Kurnazlık, bir çocuk için bakkala çaktırmadan içinde taso var mı diye cipsleri kurcalamaktır. Bir bakkal için “kaşarım kötü abi, beyaz peynir keseyim sana” deyip elinde kalan beyaz peyniri kakalamaktır.
Vatanseverlik cahil için ölmektir, kafayı kullanan adam için hayattayken bir şeyler yapabilmektir.
İnternet, ufku dar adam için Facebook’ta okey oynamaktır, ufku geniş insan için bütün dünyaya ulaşabilmektir.
Akıllı çocuk, cahil anneye göre yerinde mal mal oturan çocuktur. Elinde kamerayla “komik bi şey yapsa da internet’e koysam” diye düşünüp bütün gün evladını çeken hödük anne için şımarık çocuktur.
Saygı, cahil müslüman için başka insanların içkisine sigarasına laf atmaktır, akıl sahibi müslüman için müzik dinlerken “ezan mı okunuyor” tereddüttüne düştüğü an müziğin sesini bir an kısıp dışarıyı dinlemektir.
Eğitim toplumun gözünde kolejdir, üniversitedir, diplomadır. Toplumun yanıldığını farkedenler için her türlü yeni bilgi ve fikirdir.
İnsan içgüdüyle doğuştan gelen çok az şey haricinde kendi gözlemleyip yaşadıklarıyla öğreniyor dünyayı. Her insan farklı hayatlar yaşıyor, farklı olaylar gözlemliyor, farklı kişilerle ilişki kuruyor, ve ne gariptir ki her şeyi bu kadar “görelilik” üzerine olan insanın doğruları, doğru kabul ediliyor. Halbuki Plüton 5 sene önce de aynı Plüton’du, şu an da aynı Plüton. Plüton kendini bozmadı, Plüton değişmedi, o her zamanki gibi öyle dolanıp durdu yörüngesinde, değişen sadece insanın doğruları oldu. Bir şeyin “doğru” olması, insanların veya toplumun onu doğru bellemesiyle alakalı değildir. Fakat yine de doğası gereği kusurlu olmaya mahkum insanın doğruları doğru kabul ediliyor bu hayatta. İdamlar, karalamalar, eğitim, adalet hep bu insanın doğrularına göre şekillendiriliyor bu dünyada. Medya, insanların sevmeleri gereken kişileri nefret ettirebiliyor, nefret etmeleri gereken kişileri sevdirebiliyor. Korkmaları gereken şeye alıştırabiliyor, alışmaları gereken şeyden korkutabiliyor. Zira insanlardan oluşan bir dünyanın doğrularını belirlemenin yolu, bu insanlara doğumlarından itibaren bir şeyleri “doğru” diye dayatmaktan geçiyor. İnsan onu doğru kabul ederse, o şey doğru oluyor.
Öyleyse bir soru soracağım.
Ya insanlar yanılıyorsa?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)